Category: Bilgi Merkezi

Haziran 14, 2021

Migren İğnesi – Aşısı

Migren İğnesi Nedir ?

Migren iğnesi migren tedavisinde kullanılan bir tedavi yöntemidir. Migrenin tedavisinde son 3 yıldır kullanımda olan migren iğnesi oldukça başarılı bir tedavi yöntemidir. 1980’lerde keşfedilen CGRP adlı molekülün migren ağrısının oluşmasında çok önemli bir rol oynadığı saptandı. Sonrasında bu molekülü etkisiz hale getirerek ağrının önlenebileceği, migren ataklarının engellenebileceğini düşünen araştırmacılar bu yönde çalışmalara başladı ve bugüne gelindi. Bu dönem boyunca laboratuvarlarda geliştirilen binlerce molekül arasından migren tedavisinde başarılı, etkili olan moleküller ilaç haline getirilerek hastaların kullanımına sunuldu.

Bugün ilaç olarak kullanılan bu moleküller CGRP adlı migren ağrısına yol açan maddeye karşı geliştirilen antikorlardır. İşte bu antikorlar iğne yolu ile vücuda verilirler. Migren iğnesi – aşısı dediğimiz ilaç budur.

Migren İğnesi – Aşısı Nasıl Etki Eder ?

Migren ağrısına, atağına neden olan CGRP molekülü bu tedavinin hedefidir. Bahsettiğimiz antikorlar iki türlü hareket eder. Bir grubu doğrudan CGRP molekülünü hedef alır. Bu antikorlar vücuda verildikten sonra CGRP molekülüne bağlanır ve onu etkisiz hale getirir. Böylece molekül ağrıya yol açamadan ortadan kaldırılır. Migren atağının gelmesi engellenir. Diğer grup antikorlar ise CGRP molekülünün hücrede bağlanarak etki gösterdiği noktaya bağlanarak etki etmesini engeller. Migren atağı başlamadan engellenir.
Daha basit söylemek gerekirse migren iğnesi migren ağrısını başlatan molekülleri bloke eder. Böylece atak, ağrı oluşmaz.

Migren İğnesi Hangi Migren Tiplerinde Kullanılabilir ?

Bugüne kadar bu ilaçlar aurasız ve auralı migren, kronik migren, aşırı ilaç kullanım baş ağrısı ve küme baş ağrılı hastaların tedavisinde başarı ile kullanılmıştır. Hem yapılan bilimsel çalışmalar, hem de gerçek hayatta kullanan hastaların başarılı bir şekilde tedavi edildiğine dair kanıtlar, bizim de bu ilaçları güvenle kullanmamıza neden olmaktadır.

Migren İğnesi – Aşısı Ne Zaman Kullanılabilir ?

Migren iğnesi-aşısı ayda 4 gün veya daha fazla migren ağrısı çeken tüm hastalarda kullanılabilir ve etkilidir. Ancak, henüz ülkemizde devlet tarafından ödenmediği için ve de maliyetleri yüksek olduğu için Türk Nöroloji Derneği Baş Ağrısı Çalışma Grubu bu ilaçların diğer koruyucu ilaçlara yanıt olmadığında kullanılmasını tavsiye etmektedir. Kişi tercihine göre diğer ilaçlar kullanılmadan da migren iğnesi tedavisine başlanabilir.

Migren İğnesi-Aşısı Tedavide Nasıl Kullanılır ?

Migren iğnesi-aşısı tedavisi için öncelikle nöroloji uzmanının bu ilacın kullanımını uygun görmesi gerekir. Sonrasında migren iğnesi genellikle 4 haftada bir uygulanır. İlaç ya bir iğne gibi, kendisi veya bir başkası tarafından yapılır, ya da hasta tarafından insülin iğnesi gibi kendisi tarafından uygulanır. Her iki uygulamanın da zorluğu yoktur. Genellikle ilk uygulama olası alerjik reaksiyonlar açısından dikkatli olmak üzere hekim gözetiminde uygulanır. Sonrasında ise hasta tarafından 4 haftada bir yapılır.

Migren İğnesi-Aşısının Etkinliği Nasıldır ?

Migren iğnesi-aşısı migren ataklarının önlenmesinde etkili bir tedavi yöntemidir. Genellikle hastaların %80’ine yakınında ayda ki ortalama baş ağrılı gün sayısını belirgin olarak azaltır. Ancak, migreni tamamen ortadan kaldıran, bir veya birkaç ay kullanıldığında migreni ömür boyu geçiren bir tedavi de değildir. Ayda bir kez yapılacak olan migren iğnesi-aşısı kullanımı uzun süreler devam edebilir.
Migren İğnesi-Aşının Yan Etkileri Var mıdır ?
Migren iğnesi-aşısı tedavisinin bugüne dek ciddi, tehlikeli bir yan etkisi bildirilmemiştir. Olası yan etkiler iğne yerinde kızarıklık, kaşıntı, enfeksiyon ve genellikle hafif alerjik reaksiyonlardır.

Migren İğnesi-Aşının avantajları nelerdir ?

Migren tedavisinde kullandığımız koruyucu ilaçlar bire bir bu amaç için geliştirilen tedaviler değildir. Genellikle başka hastalıkların tedavisi için geliştirilmiş olup, sonrasında migrende de etkili olduğu görülmüş ve bu amaçla da kullanılmaya başlamıştır. Bu nedenle migreni tedavi ederken başka bazı etkileri de görülebilir ki, bunlar istenmeyen etkilerdir. Ayrıca bu tedaviler her gün kullanılması gereken ilaçlardır. Bir süre sonra hastalarımızın bir grubu her gün ilaç almaktan sıkılmakta ve tedaviyi yarıda kesmektedir. Bu ise migrenin tedavisiz kalmasına neden olmaktadır.

Öte yandan migren iğnesi-aşısı migren tedavisi için özel olarak bu amaç için geliştirilmiş ilaçlardır. Bu nedenle diğer tedavi yöntemlerine göre etkinliklerinin daha fazla, yan etkilerinin ise daha az olması beklenmektedir. Çok önemli bir diğer avantajı ise 4 haftada bir kez yapılmasıdır. Bu, hastaların tedaviye uyumunu çok daha iyi hale getirmekte ve gerektiği sürece tedavi almalarını sağlamaktadır.

Migren: Semptomlar, Tanı ve Tedavi

Migrenin en belirgin klinik özelliği şiddetli başağrısıdır. Ancak migren klinik tablo olarak sadece başağrısından oluşmaz. Hastaya göre değişmekle birlikte, başağrısı öncesi ve sonrası dönem bazen başağrısından daha uzun sürebilir. Başağrısı öncesinde ve sonrasında ortaya çıkan belirtilerin hem hekim hem de hasta tarafından yeterince değerlendirilmemesi ya da, başağrısının migrenin en belirgin ve de hastayı en fazla etkileyen klinik tablo olması nedeni ile migren dendiği zaman genellikle sadece başağrısı akla gelir. 

Detaylı Bilgi için tıklayın >

Migren Aşısı-İğnesi
Migren Aşısı-İğnesi

Migren Aşısı – İğnesi Nihayet Türkiye’de Eczanelerde

Migren aşısı – iğnesi yurt dışında yaklaşık 3 yıldır başarı ile migren tedavisinde kullanılmaktaydı. Migren tedavisine özel olarak geliştirilen antikorlar nihayet ülkemize geldi. Migren aşısı – iğnesinin 2 yıldır ruhsat işlemleri devam etmekteydi ve geçen hafta sağlık bakanlığı tarafından onaylanan erenumab etken maddeli migren iğnesi 1 hafta önce eczanelerde satışa çıktı.

Migren Aşısı - İğnesi Artık Türkiye'de

Migren aşısı – iğnesi yurt dışında yaklaşık 3 yıldır başarı ile migren tedavisinde kullanılmaktaydı. Migren tedavisine özel bilgiler için video materyalimizi kullanabilirsiniz.

Diğer videolar için buradan videolar sayfasına gidebilirsiniz. Tüm videolar için Youtube kanalımızı ziyaret ediniz.

Mayıs 22, 2021

ALS Hastalarının Beslenmesi Nasıl Olmalı ?

Bir kas ve sinir hastalığı olan ALS’de beslenme özel önem taşır. ALS’li hastaların gıdaları çiğnemesi, yutması zor ve problemli olduğu gibi bu hastalığın özellikleri nedeni ile hızla kilo verebilirler. Kabızlık, tuvalete gitme zorlukları nedeni ile zorluklar yaşayan ALS hastalarının beslenmesi düzenlenerek bu tip problemler en aza indirilmelidir. Yeterli protein ve kalori alınamazsa hastalık gidişatı hızlanabilir. Bugüne dek yapılan çalışmalar beslenme ve diyetin doğru bir şekilde düzenlendiği hastalarda, hastalık gidişatının hiçbir ilaç ve yöntemle olmadığı kadar yavaşladığı, tüm ilaç ve yöntemlere göre daha üstün olduğunu göstermiştir. ALS’li bir bireyin ALS’li olmayan aynı yaş, kilo ve boyda ki birine göre kalori ihtiyacı yaklaşık %15 daha fazladır.

Yetersiz ve kötü beslenme ALS’de hızla kas kitlesi kaybına, hastalığın ilerlemesine, bağışıklık sisteminin zayıflamasına, kabızlığa ve başka bazı sağlık problemlerine neden olabilir.

ALS hastaları için günlük öğün sayılarının düzenlenmesi, kalorilerinin hesaplanması, günlük alınması gereken protein, kalori ve sıvı miktarlarının belirlenmesi, gıdaların hangi formda alınması gerektiğinin saptanması hastalığın gidişatının belirlenmesinde son derece önemlidir.

ALS Hastaları Günde Kaç Öğün Yemeli ?

ALS hastaları çiğneme ve yutma güçlüğü nedeni ile yemek sırasında çabuk yorulabilir, bu nedenle yemek süresi uzayabilir ve henüz kendilerine yetecek kadar gıda alamadan doymuş hissedebilirler. Bu durum yetersiz beslenmeye, hızlı kilo kaybına ve kas erimesine neden olarak hastalığı hızlandırabilir. Bu nedenle diyetisyeninizce belirlenecek miktarda ki günlük yemek programı 3 büyük öğün yerine 6-8 küçük öğüne bölünebilir. Böylece yorulma ve buna bağlı akciğere gıda kaçışları önlenebileceği gibi yetersiz beslenmeye bağlı olarak kilo kaybının da önüne geçilebilir.
Beslenme sırasında ALS hastalarının yanında mutlaka başka kişiler de bulunmalıdır. Gıdaların solunum yoluna kaçması durumunda gerekli müdahale yapılıp ilk yardım çağrılmalıdır.

ALS Hastaları Neyi, Ne Kadar Yemeli ?

Protein

ALS’de hastalığa bağlı olarak kas erimesi, zayıflaması, kitle kaybı olur. Bu durum güçsüzlüğe, yürüme ve el – kol hareketlerinde güçlüğe yol açar. Kas dokusunun en önemli yapı taşı proteindir. Vücuda gıda yolu ile alınan protein kas dokusunun yapımında ve başka ihtiyaç duyulan yerlerde kullanılır. Yeteri kadar protein alınmadığında hem kas dokusunun yenilenmesi duracak hem de vücut protein ihtiyacını karşılamak üzere kas dokusunu parçalayarak oradaki proteini diğer işler için kullanacaktır. ALS’de bir yandan hastalık, bir yandan de yetersiz protein alımı yüzünden kas yıkımı artacak, güçsüzlük daha hızlı ilerleyecektir. Tüm bu nedenlerle ALS hastalarının mutlaka yeterli miktarda protein alması gereklidir.

ALS’li hastalarında yutma ve çiğneme güçlükleri nedeni ile, vücudun ve hastalığın gerektirdiği miktarda protein alınabilmesi zor olabilir. Bu nedenle günlük diyetinizde protein miktarını arttırabilmek aşağıdaki yöntemlerle mümkündür.

  • Hem sürekli aynı şeyleri yememek, hem de farklı çeşitlerde, proteinlere ulaşabilmek için değişik protein kaynaklarını deneyin; et (kırmızı et, tavuk ve kümes hayvanları, balık), yumurta, bakliyat, kuruyemiş çeşitleri, süt ve peynir doğal protein kaynaklarıdır.
  • Süt doğal bir protein kaynağıdır. Süt tozu ise ağırlığının %25’inden fazla protein içerir. Sütünüze, sütlü gıdalarınıza süt tozu ekleyerek hem proteinden çok zengin bir gıda elde edersiniz hem de koyulaşma nedeni ile ALS’li hastalar için çiğneme ve yutma kolaylaşır.
  • Etlerinizi genellikle sulu yemekler şeklinde yemek her zaman yutmayı kolaylaştırır. Haşlama da diğer bir yöntem olabilir.
  • Izgara şeklinde tercih edilirse üzerlerine sos ve yağlı karışımlar eklemek hem lezzet katar, hem alınan kaloriyi arttırır hem de çiğneme, yutma kolaylığı sağlar.
  • ALS’li hastamızın yutmasında ciddi bir sıkıntı varsa protein için bu gıdalar püre, çorba şeklinde de verilebilir.
    Lifli Gıdalar

ALS’de lifli gıdaları tüketmek özellikle kabızlık çekmemek için önemlidir. Zaman içerisinde hareket etme imkanı azalan ALS’li hastalarda kabızlık problemi gelişmeye başlar. Kabızlığı azaltmanın bir yolu da lifli gıdalar tüketmektir. ALS’de lifli gıdalar günlük beslenme rutinimizde mutlaka yer almalıdır. Yeteri kadar lif alabilmek için;

  • Yumuşak sebze ve meyveler tüketilmeli; muz, şeftali, çilek, her türlü sebze gibi.
  • Tüm sebze ve meyveler püre olarak tüketilebilir.
  • Erik, şeftali, üzüm hoşafı ve kompostosu; tabi ki taneli olması önemli. Hem kalori hem de lif kaynağı olarak oldukça zengin bir kaynaktır.
  • Ülkemiz sebze açısından çok zengin olduğu için sebzeler de günlük diyetin vazgeçilmez bir parçası olmalı; sulu sebze yemekleri bize lif açısından zengin bir seçenek sunarken çiğneme ve yutma kolaylığı sağlar.
  • Evde hazırlanacak meyveli yoğurtlar (özellikle muzlu, şeftalili, çilekli) içine tatlandırıcı olarak bal da konulduğunda ALS’li hastalar için ciddi bir protein, lif ve kalori kaynağı olur.
Su

ALS’li hastalar için su bir çok açıdan önemlidir. Yutma güçlüğü nedeni ile de çok kolay susuz kalabilirler. Susuzluk bir çok ek problemin ortaya çıkmasına neden olabildiği gibi kabızlığı da arttırabilir. Su ALS’de kabızlık için de bir çözüm sunar. Günde 2 litre su ALS’de uygun bir miktardır.

  • Yutma güçlüğü nedeni ile su alımında zorluk varsa süt tozu ve gıda koyulaştırıcılar ile koyulaştırılarak daha kolay yutma sağlanabilir.
  • Her türlü meyve ile yapılacak komposto ve hoşaflar ile su, lif ve kalori ihtiyacı karşılanabilir.
  • En sevdiğiniz içeceklerin içine su katarak günlük alımı arttırabilirsiniz.
Kalori

ALS’de ideal kiloda olmak, ne zayıf ne de gereğinden fazla kilolu, zor olabilir. Yağdan ve kaloriden fakir bir diyet ile kilo almayı engelleyip daha rahat bir hareket imkanı sağlamak mantıklı gibi görünse de vücudun ihtiyacı olan kaloriyi almak çok önemlidir. ALS’li bir hastanın sağlam bir bireye oranla kalori ihtiyacı %15 daha fazladır. Yetersiz kalori alımında vücut ihtiyacı olan kaloriyi elde etmek için kaslara yönelir ve kas yıkımı gerçekleşir ve ALS hastalığının daha hızlı seyretmesine neden olunur. Fazla kilolu olsanız da kilo vermeye çalışmayın. İlerleyen dönemlerde çiğneme ve yutma güçlüğü zor hale gelince vücudun zayıf düşmesi ve kas yıkımı problem haline gelebilir.

  • Kalori alımını arttırmak için gıdalarınıza fazladan bir kaşık tereyağ, zeytinyağ katılabilir. Her zaman ki yediğiniz yemeklere ekstradan biraz fazla konabilecek yağ ile kalori ihtiyacı daha kolay karşılanabilir.
  • Salata ve gıdalarınıza biraz yağ, sos eklenerek kalorisi arttırılabilir.
  • Ekmeğinize tereyeğ yağ sürebilir, zeytinyağına banabilirsiniz. Sabahları tereyağ, bal, reçel, fındık, fıstık kremalı ekmek protein ve kalori alımını kolaylaştırır. Bal, reçel, marmelat ve diğerlerinin yutması da kolay olacaktır. Seçiminize göre kalori, protein ve lif açısından zengin bir diyetiniz olacaktır.
  • ALS’de hekiminizin önereceği ek besin destekleri ile kalori ihtiyacınız karşılanabilir.
  • Çabuk doyuyor veya yoruluyorsanız günlük almanız gereken gıdaları 6 veya 8 öğüne bölerek küçük miktarlarda alın. 3 öğünde aynı miktarı almak ALS’li hastalar için zor ve yorucu olabilir. Bu durumda gıdaların akciğere kaçma ve enfeksiyon riski artar.
Vitaminler

ALS’de vitaminlerin faydası bugüne dek net olarak saptanmamıştır. Yalnızca E vitamini ile ilgili bazı kesin olmayan bilgiler vardır. Vitaminler mümkünse doğal yollardan alınmalıdır. Ek vitamin E desteği hap şeklinde alınabilir.
ALS’de beslenme durumunu en iyi kilo takibi ile anlayabiliriz. 1-2 kilo alıp verme normal dalgalanma olarak kabul edilebilir. Takiplerde kilo kaybı eğilimi var ve devam ediyorsa beslenme yetersizdir. Böyle bir durumda ALS hastaları mutlaka kendilerini talip eden hekimi ile görüşmelidir.

ALS nedir? Nasıl bir Hastalıktır ?

ALS‘de ne yazık ki kesin tedavi yoktur. Bugün için kullanılan onaylanan 2 tedavi ajanı vardır. Bu ajanların etkisi sadece hastalığın ilerleme hızını yavaşlatma yönündedir. 

Bunun dışında ALS tedavisi bir ekip işidir. Nöroloji uzmanının liderliğinde Fizik tedavi ve Göğüs Hastalıkları uzmanı, dönemine göre Gastroenteroloji, Anestezi ve Reanimasyon hastalıkları uzman hekimleri, beslenme uzmanı, diyetisyen, hemşire gibi destek sağlık çalışanları ekipte yer almalıdır.

Detaylı Bilgi için tıklayın >

Als Nedir?
Als Nedir?
ALS Farkındalık Ayı, MAYIS!
ALS Farkındalık Ayı, MAYIS!

ALS Farkındalık Zamanı: Mayıs

Yoldan geçen birini durdurup, ALS hastalığı nedir diye sorarsanız, büyük ihtimal, hiç duymamıştır. Bazı hastalıklar, toplumda nadir görülür. Bu sebeple ALS hastalığı için Mayıs, farkındalık yaratma ayı olarak belirlenmiş. Bu ay süresince, dünyada ve ülkemizde bulunan ALS-MNH dernekleri bu hastalığın ne olduğunu anlatmak için var güçleriyle çalışıyorlar ve kamuoyunu ALS hakkında bilgilendiriyorlar.

ALS Tedavisi

ALS’de destek tedavisi çok önemlidir.

Diğer videolar için buradan videolar sayfasına gidebilirsiniz. Tüm videolar için Youtube kanalımızı ziyaret ediniz.

Mayıs 20, 2021

Als Nedir? Nasıl Bir Hastalıktır?

ALS Nedir ?

ALS (Amiyotrofik Lateral Skleroz) nöromuskuler (kas – sinir sistemini ilgilendiren) bir hastalıktır. ALS genel olarak iskelet sistemi (hareketlerimizi sağlayan), konuşma, yutma ve solunum kaslarını etkileyen, güçsüzleştiren klinik bir hastalıktır. 

ALS’nin Nedeni Nedir ?

ALS beyin ve omurilikte ki hücrelerin bir hastalığıdır. Beyin ve omurilikte bulunan ve yukarıda saydığımız kasları hareket ettiren, kontrolünü sağlayan hücrelere motor nöron denir. Bu hücreler isteklerimiz dahilinde sinyaller üreterek kaslarımızı hareket ettirmemizi sağlar.  Omurilikte ki motor nöron hücreleri ön boynuz dediğimiz bölgede yer alır. Bu nedenlerden dolayı ALS için  tam olarak aynı olmasa da, motor nöron hastalığı ya da ön boynuz hastalığı olarak da adlandırılabilir.

ALS’nin nedeni bugün için tam olarak bilinmese de bu hastalarda genetik bir temelin olduğu düşünülmektedir. Hastaların %10-20’sinde ALS tamamen genetik temele dayanan ailesel ALS‘dir (F-ALS). Ailesel olmayan hastalarda varolan çeşitli genetik mutasyonlar, değişiklikler yıllar içerisinde farklı nedenlerle aktive olabilir ve hastalığa yol açar. ALS’de aktive olan genetik değişiklikler sonucunda hücrede enerji metabolizması bozulmakta, hücre dışına atılması gereken bazı maddeler atılamayıp birikmekte ve bir süre sonra hücrenin ölümüne neden olmaktadır.

Genetik mutasyonların ALS’ye neden olacak süreci başlatan aktivasyonu çeşitli çevresel faktörler, toksik kimyasal maddeler, viral hastalıklar, metabolik hastalıklar olabilir.

ALS Nasıl Bir Hastalıktır ? Belirti ve Bulguları Nelerdir ?

ALS kas güçsüzlüğü ile giden bir hastalıktır. Güçsüzlük yutma, konuşma, solunum, kol ve bacak kaslarında başlayabilir. Genellikle başlangıç kol ve bacak kaslarıdır. Kol ve bacaklarda sıklıkla el ve ayak kaslarında başlar. Tırnak kesme, kavanoz açma gibi ellerde güç kaybını gösteren belirtiler, yürürken ayakta takılma, düşme gibi şikayetler ilk belirtiler olabilir. Zamanla bu güçsüzlükler artış gösterir ve kol ve bacağı kullanamama, yürüme güçlüğü, günlük bakım aktivitelerini yerine getirememe gibi zorluklar ortaya çıkar  ALS ilerledikçe tutulan kas gruplarında erime, incelme olur. Bir grup hastada ALS konuşma ve yutma güçlüğü ile başlayabilir. Bu durumda ki hastalarda Bulber başlangıçlı ALS tanısı konur ve gidişatı kol ve bacaktan başlayan ALS tiplerine göre daha hızlıdır. Bir grup hastada tüm vücut kaslarında seyirme, atma görülebilir. Hem hastanın gidişatından kaynaklanan nedenler, hem de yutma güçlüğü nedeni ile hızlı kilo kaybı olabilir. Solunum kasları tutulursa nefes alma güçlüğü ortaya çıkar. Kas güçsüzlüğü ve  solunum güçlüğü hareketi belirgin olarak kısıtlar ve hastaların tekerlekli sandalyeye veya yatağa bağımlı hale gelmesine neden olabilir. 

ALS Tanısı Nasıl Konur ?

Tanı hastanın klinik şikayetleri, muayene bulguları ve ENMG ile konur. Ailevi ALS’de genetik tanı kesin tanıyı koydurur. Ailevi ALS dışında hastaların %80-90’ını  oluşturan esas büyük kısımının tanısında genetik yöntemler tanıda şimdilik kullanılamıyor. 

ALS Tedavisi Nasıldır ?

ALS‘de ne yazık ki kesin tedavi yoktur. Bugün için kullanılan onaylanan 2 tedavi ajanı vardır. Bu ajanların etkisi sadece hastalığın ilerleme hızını yavaşlatma yönündedir. 

Bunun dışında ALS tedavisi bir ekip işidir. Nöroloji uzmanının liderliğinde Fizik tedavi ve Göğüs Hastalıkları uzmanı, dönemine göre Gastroenteroloji, Anestezi ve Reanimasyon hastalıkları uzman hekimleri, beslenme uzmanı, diyetisyen, hemşire gibi destek sağlık çalışanları ekipte yer almalıdır.

ALS Hastalığı Tedavisi
ALS Hastalığı Tedavisi

 ALS’de Tedavi Olacak mı ?

ALS tedavisi ile ilgili çalışmalar çok yoğun bir biçimde devam etmektedir. Bazı umut veren moleküllerin çalışmalarına yeni başlanmaktadır. Bu süreçlerin ALS hastalarında kullanılabilecek ilaçlar haline gelmesi en az 2 yıl gibi bir süre alabilmektedir. Yine de umudumuz 5-10 yıl içerisinde elimizde ALS hastalarımızın tedavisinde kullanabileceğimiz çok daha iyi ilaçlar olmasıdır. 

ALS Hastaları Nasıl Beslenmelidir?
ALS Hastaları Nasıl Beslenmelidir?

ALS Hastaları Nasıl Beslenmelidir ?

ALS‘de ne yazık ki kesin tedavi yoktur. Bugün için kullanılan onaylanan 2 tedavi ajanı vardır. Bu ajanların etkisi sadece hastalığın ilerleme hızını yavaşlatma yönündedir. 

Bunun dışında ALS tedavisi bir ekip işidir. Nöroloji uzmanının liderliğinde Fizik tedavi ve Göğüs Hastalıkları uzmanı, dönemine göre Gastroenteroloji, Anestezi ve Reanimasyon hastalıkları uzman hekimleri, beslenme uzmanı, diyetisyen, hemşire gibi destek sağlık çalışanları ekipte yer almalıdır.

Detaylı Bilgi için Tıklayın…

ALS Farkındalık Ayı, MAYIS!
ALS Farkındalık Ayı, MAYIS!

ALS Farkındalık Zamanı: Mayıs

Yoldan geçen birini durdurup, ALS hastalığı nedir diye sorarsanız, büyük ihtimal, hiç duymamıştır. Bazı hastalıklar, toplumda nadir görülür. Bu sebeple ALS hastalığı için Mayıs, farkındalık yaratma ayı olarak belirlenmiş. Bu ay süresince, dünyada ve ülkemizde bulunan ALS-MNH dernekleri bu hastalığın ne olduğunu anlatmak için var güçleriyle çalışıyorlar ve kamuoyunu ALS hakkında bilgilendiriyorlar.

ALS Tedavisi

ALS’de destek tedavisi çok önemlidir.

Diğer videolar için buradan videolar sayfasına gidebilirsiniz. Tüm videolar için Youtube kanalımızı ziyaret ediniz.

Ocak 31, 2021

Baş Ağrısı ve Çeşitleri

Baş ağrısı toplumun yaklaşık %80’ine yakın bir bölümünde görülen ve en sık rastlanan nörolojik hastalıktır. Bir çok tipi olan baş ağrısının en sık rastlanan tipleri gerilim başağrısı ve migrendir. Gerilim tipi başağrısı toplumun yaklaşık %50’sinde görülürken migren sıklığı yaklaşık %17’dir. Her 3 migrenliden 2’si kadındır. Migren, gerilim başağrısına kıyasla çok daha fazla özürlülüğe yol açan bir durumdur. Yani kişinin günlük yaşamını, iş ve aile yaşamını çok ciddi derecede etkileyen bir baş ağrısı tipidir. Dünya sağlık örgütüne göre migren 50 yaş altı kadınlarda en çok özürlülüğe, yani gündelik, iş ve aile yaşamında kişinin baş ağrısı nedeni ile istediklerini yapamamasına, neden olan hastalıktır.

Kadınlarda Baş Ağrısı

Her 3 migrenliden 2’si kadındır.


Gerilim tipi başağrısı toplumun yaklaşık %50’sinde görülürken migren sıklığı yaklaşık %17’dir. Her 3 migrenliden 2’si kadındır

 
 

Baş Ağrısı Tipleri

Baş Ağrısı Çeşitleri

Başağrısı Çeşitleri

 


Başağrısı ilk olarak 2 ana sınıfa ayrılır. Birincil baş ağrıları ve ikincil baş ağrıları. Birincil baş ağrılarında beyinde, sinir sisteminde veya vücudun herhangi bir yerinde baş ağrısına neden olabilecek başka bir hastalık yoktur. İkincil olanlarda ise altta yatan bir hastalık, beyinde veya vücutta, baş ağrısına neden olur. Bu hastalık beyin kanaması, tümörü olabildiği gibi basit bir solunum yolu hastalığı da, nezle- grip gibi, olabilir. Başağrısı olan 10 kişiden 9’unda altta yatan başka bir hastalık yoktur, yani birincil tiptedir.

Birincil baş ağrıları içinde en sık görülenler gerilim tipi baş ağrısı ile migrendir. Küme başağrısı, paroksismal hemikranya diğer birincil baş ağrısı çeşitleridir.

Migren ve Baş Aşrısı Çeşitleri

Migren ve Başağrısı Çeşitleri

Migrenin Belirtileri

En sık görülen 2. başağrısı tipi olan migren toplumda her 10 kişiden yaklaşık 2’sinde vardır. Migrenin en belirgin özelliği baş ağarışı olsa da sadece ondan ibaret değildir. Baş ağrısından önce midede kazınma, sinirlilik, dikkat kaybı, yorgunluk, el ve ayaklarda ödem, sık idrara çıkma, hafif sersemlik hali gibi belirtiler olabilir. Bu belirtiler migren baş ağrısı sırasında ve sonrasında da görülebilir.

Migren başağrısı genellikle tek taraflı ve en yoğun olarak göz, alın ve şakak kısmındadır. Yarım baş ağrısı şeklinde olan migren ağrısı orta şiddette, şiddetli ve zonklayıcıdır. Genellikle 4 saatten uzun 72 saatten kısadır. Ağrı sırasında ışık ve sesten rahatsızlık, parfüm gibi keskin kokulara tahammülsüzlük, bulantı-kusma ya da midede rahatsızlık hissi olabilir. Ağrı hareketle, öne eğilmekle artar. Hastalar bu durumu ‘kalbim beynimde atıyor gibi’ diye tanımlar.

Migren atağı sırasında hastaların ¾’ü işte veya evde yapmaları gereken işleri yapamaz. Genellikle sessiz, karanlık bir yerde dinlenmek veya uyumak isterler. Uyumak bir çok hastanın ağrısına iyi gelebilir.

Migren ve Diğer Baş Ağrılarının Nedeni Nedir ?

Gerilim tipi başağrısının nedeni tam olarak bilinmese de baş ve ense kaslarının kasılması veya gerginleşmesi nedeni ile ortaya çıktığı düşünülür.

Migren tipi başağrısında ise genel olarak kişide genetik bir eğilim olduğu ve yıllar içerisinde çevresel faktörlerin; hava durumu, yaşam tarzı, beslenme şekli, yaşanılan çevre gibi, beyinde bulunan sinir hücrelerini tetikleyerek migrene neden olduğu kabul edilmektedir.

Baş ağrısının şiddetli veya hafif olması bize altta yatan hastalık hakkında bilgi vermez. Şiddetli başağrısı migren gibi herhangi bir hastalık nedeni ile olmayan baş ağrısını düşündürtebileceği gibi, yeni başlayan hafif bir başağrısı da ciddi bir hastalığı işaret edebilir.

Migren Tanısı Nasıl Konur?

Migren başağrısı tanısı tamamen baş ağrısının özelliklerine ve nörolojik muayeneye göre konur. Normal muayene bulguları olan bir kişide yarım, zonklayıcı baş ağrısı, ışık ve sesten rahatsızlık olması, bulantı kusmanın eşlik etmesi bize migren tanısını koydurur. Tanı için MR, tomografi, EEG veya başka herhangi bir tetkike gerek yoktur.

Geçmeyen Baş Ağrısı

Geçmeyen başağrısı terimi sıklıkla kronik baş ağrıları için kullanılabilen bir terimdir. Bilimsel anlamda ayda en az 15 gün olan baş ağrısı en az 3 aydır devam ediyorsa bu kronik başağrısı yani geçmeyen baş ağrısıdır. En sık görülen geçmeyen baş ağrısı migrendir. Kronik migrenin bir çok nedeni vardır. En sık görülen neden ayda 10 günden fazla ağrı kesici kullanımıdır. Bu durumda baş ağrısı sıklığı giderek artar ve kronik migrene dönüşebilir. Geçmeyen başağrısı ya da kronik baş ağrısı için mutlaka nörolog görüşü alınmalıdır.

Migren Tedavisi

Migren tedavisi baş ağrısının kesilmesi ve ağrı atağının gelmesinin önlenmesi olmak üzere 2’ye ayrılır.

Ağrı geldiğinde ağrının azaltılması veya kesilmesi için genel ağrı kesiciler kullanıldığı gibi migrene özel ağrı kesici ilaçlar da kullanılır. Başarılı bir ağrı tedavisinde ağrı 2 saat içinde belirgin biçimde azalmalı veya tamamen geçmelidir.

Migren ataklarının gelmesinin engellenmesi ise 4 gün veya daha fazla migren ağrısı çeken hastalarda mutlaka düşünülmelidir. Bu tedavide amaç atağın dolayısı ile de migren ağrısının gelmesini engellemek, ağrısız bir yaşam sürmektir.

Gerilim başağrısı, migren, küme, paroksismal hemikranya gibi birincil bir baş ağrınız varsa nörolog muayenesi ve görüşü çok önemlidir

Migren Baş Ağrısının Belirtileri

Baş ağrısı toplumun yaklaşık %80’ine yakın bir bölümünde görülen ve en sık rastlanan nörolojik hastalıktır.

Diğer videolar için buradan videolar sayfasına gidebilirsiniz. Tüm videolar için Youtube kanalımızı ziyaret ediniz.

Ekim 22, 2020

Migren Tedavisi

Migren dünyada 50 yaş altında en çok özürlülüğe yol açan, yani insanın günlük, sosyal ve iş yaşamında ki aktivitelerini yapmasını engelleyen hastalıktır. Bu nedenle birey ve toplum için son derece önemli bir hastalık olan migren, ne yazık ki tanı ve tedavi problemleri nedeni ile, gereği kadar tedavi edilememekte ve migrenli hastalar ağır bir yük altında ezilmektedir. Migren tedavisi olan bir hastalıktır. Tedavi ile ataklar önlenebilir, ağrı kesilebilir ya da azaltılabilir ve yol açtığı sosyal, ekonomik ve psikolojik sorunlar ortadan kaldırılabilir.

Migren tedavisi hem hastanın hem de hekimin birlikte, uyum içinde hareket etmesini gerektirir. İlk öncelik doğru tanı ve yaklaşımdır. Migren tanısı alan hastanın atak tipi, atak sıklığı, aylık başağrılı gün sayısı, başağrısına eşlik eden belirtileri, şiddeti, atak-ağrı tetikçileri, hastanın diğer eşlikçi hastalıkları ve hastaya olan yükü migren tedavisinde seçilecek yöntem ve ilacı belirlemeden önce mutlaka dikkatle kaydedilmelidir.

Migren tedavisi;

1. Tetik faktörlerden kaçınma
2. Atak tedavisi (Ağrının geldiğinde ağrının kesilmesi)
3. Önleyici migren (Migren ataklarının gelmesinin önlenmesi) tedavisinden oluşur.

Tetik Faktörleri Belirleme ve Kaçınma

Migren beyin hücrelerinin uyarılması ile tetiklenen bir hastalıktır. Beyin hücrelerinin aktive olması çeşitli çevresel, içsel ve psikolojik faktörler ile gerçekleşir ve atak başlar. Nöronların uyarılmasına neden olan bu faktörlere, tetik faktörler denir. Çevresel tetik faktörler içerisinde lodos, parlak güneş ışığı, sigara dumanı, gürültü ve bulunulan ortamdaki çeşitli gazları sayabilir. İçsel yada biyolojik migren tetikçileri ise hormonal değişiklikler, özellikle kadınlarda adet dönemi, açlık, öğün atlama, bazı gıdaların tüketilmesi, alkol, fazla çay-kahve tüketimi, uykusuzluk – fazla uyuma gibi durumlardır. Stres, sinirlenme, üzüntü gibi psikolojik durumlar da en sık görülen tetikçiler arasındadır.

Migren tedavisinde en önemli noktalardan biri tetikçilerden kaçınmaktır. Bu nedenle migren hastası kendi atağını tetikleyen nedenleri dikkatle takip etmelidir. Tetik faktörleri saptayan hastalar mümkün olduğunca bu nedenlerden ve olaylardan kaçınmalıdır. Migren tipik olarak düzeni sever. Düzenli uyku, düzenli yemek ve düzenli bir hayat. Tedavide ilk basamak bu tetik faktörlerden uzak durmaktır. Yapılan bilimsel çalışmalar sadece bu şekilde migren ataklarının yaklaşık %50’sinin engellenebildiğini göstermiştir. Böylece bazı hastaların tedavisinde ilaca dahi ihtiyaç kalmayabilir.

Migren Atak Tedavisi

Migren atak tedavisi migren ağrısının kesilmesi ya da şiddetinin azaltılması, süresinin kısaltılması anlamına gelir. Esas amaç ağrının tamamen kesilmesi olsa da bu her zaman mümkün olmayabilir. O zaman da ağrıyı en az yarı yarıya azaltmayı hedefleriz. Migren ağrısının tedavisinde çeşitli ilaçlar kullanılabilir. Bunlar basit ağrı kesiciler, steroid içermeyen anti-inflamatuar ilaçlar ya da migren ağrısına özgü ağrı kesicilerdir. Ağrısının tedavisi için genellikle basit ağrı kesiciler ve steroid içermeyen anti-inflamatuar ilaçlar olağan dozlarından biraz daha yüksek dozda kullanılır. Tedavide en çok kullanılan atak ilaçlarından bir tanesi triptan grubu, migrene özel ağrı kesicilerdir. Bu ilaçlar ile atak tedavisi %60-80 oranında başarı ile gerçekleşir ve ağrı kesilir ya da şiddeti yarıdan fazla azalır. Migren ağrısının tedavisinde ayda 10 günden fazla ağrı kesici kullanımı tehlikelidir. Böyle bir durumda ağrı kesici başağrısı dediğimiz ağrıların gelişmesi ve migrenin kronikleşmesi riski vardır. Bu nedenle ayda 4 gün veya daha fazla başağrısı olan hastalar mutlaka koruyucu-önleyici tedavi almalıdır. Migren ağrısının tedavisinde ağrı kesici ilaçlar mümkünse ağrı başlarken alınmalıdır. Ağrı şiddetlenince alınan ilaçların etkinliği azalır. Ancak böyle bir durumda mutlaka aşırı ağrı kesici kullanımından kaçınılmalıdır.
Migren tedavisinde önemli bir durum da bulantı ve kusmanın ağrıya eşlik etmesi durumudur. Böyle bir durumda kullanılabilecek bulantı-kusma önleyici ilaçlar hem bulantı-kusmayı önler, hem tedavide kullanılan ağrı kesicinin etkinliğini arttırır, hem de ağrının ortadan kaldırılmasında ek etkinlik gösterir.
Atak tedavisinde ağrı kesilse bile eşlik eden sersemlik, dikkat kaybı, kendini kötü hissetme gibi eşilk eden durumlar devam edebilir.

Migrende Koruyucu – Önleyici Tedavi

Migren tedavisinde en önemli ama ne yazık ki, en çok da atlanan konulardan biri koruyucu-önleyici tedavidir. Ayda 4 gün veya daha fazla başağrısı çeken hastalarımız mutlaka atakları önleyici-koruyucu tedavi almalıdır. Migrende koruyucu-önleyici tedavi atak olsun olmasın ilaç tedavisi alarak, atakların gelmesini, başlamasını önleme amacı taşır. Bu ilaçlar çeşitli doz ve sıklıkta kullanılırlar ve tetik faktörlerin beyin hücrelerini uyararak migren atağını başlatmasını engellerler. Böylece kişi ataklardan kurtulur. Migren tedavisinde bu yöntem ile hastaların %60-80’inde ataklar önemli ölçüde azaltılır ya da tamamen tedavi edilebilir. Önleyici-koruyucu tedavi hastanın durumuna göre en az 9 – 12 ay kullanılmalıdır. Tedavinin en önemli kısımlarından biri olan önleyici-koruyucu tedavi için kullanılan ilaçlar bu amaç için özel olarak üretilen ilaçlar değildir. Bazıları psikiyatri, bazıları kardiyoloji ve bazıları da nöroloji de farklı hastalıklarda kullanılan ilaçlardır. Ancak son yıllarda sadece migren koruyucu-önleyici tedavide kullanılmak için yeni ilaçlar geliştirilmiş ve kullanılmaya başlamış ve son dönemde ülkemize de gelmiştir.

Migren tedavisinde önleyici-koruyucu tedavi en önemli noktalardan biridir ve migrenin kronikleşmesinin de önüne geçer. Bu tedavi yöntemi fazla miktarda ağrı kesici kullanılmasını da engelleyerek aşırı ilaç kullanım başağrısı ya da ağrı kesici bağımlılığının gelişmesini önlemede yardımcıdır.

Migrenin Koruyucu – Önleyici Tedavisinde Kullanılan İlaçlar

Beta-Blokerler (Propranolol)
Bu grup ilaçlar kalp ritim bozukluklarını düzenleme ve yüksek tansiyon hastalarında kullanılan ilaçlar olmakla birlikte migren hastalarının ataklarının önlenmesinde sık olarak kullandığımız ve yan etkileri oldukça az olan ilaçlardır

Anti-Epileptikler

Topiramat, Valproik asit, Lamotrijin gibi epilepsi, sara, tedavisinde kullanılan ilaçlar migren önleyici tedavide çok sık kullanılırlar. Etkinlikleri iyidir.

Anti-Depresanlar

Amitriptilin, venlafaksin gibi anti-depresan ilaçlar koruyucu tedavide etkindir. Özellikle depresyon, yoğun stres gibi tabloların eşlik ettiği migren hastalarında hem migrene hem de psikolojik tabloya yönelik tek bir ilaçla etkinlik sağlar ve etkinlik düzeyleri de oldukça iyidir.

CGRP Antikorları (Migren İğnesi-Aşısı)

CGRP migren ağrısının ortaya çıkmasında en önemli rolü oynayan moleküldür. Bu moleküle veya molekülün hücrede bağlandığı yere karşı oluşturulan antikorlar CGRP’nin etkisini önleyerek atak gelişmesini öneler. Son dönemde geliştirilen bu ilaç grubu migrene özel olarak geliştirilen ilk koruyucu tedavi ajanıdır. Ayda bir kez, en az 1 yıl kullanılması gereken bu ilaçlar son derece etkin, yan etki olarak da belirgin bir olumsuzluğa yol açmayan ilaçlardır.

Koroyucu-önleyici tedavi ayda 4 gün veya daha fazla migren ağrısı çeken her hastaya mutlaka önerilmelidir. Hekim kontrolü altında uygulanan tedavi genellikle hastaların büyük bir çoğunluğunda etkin olup hastaların ataklarını önlediği gibi yaşam kalitesinde de belirgin artışa ve iyileşmeye yol açar.

Alternatif Tıp Yöntemleri

Bugüne dek akupunktur, hacamat, sülük, kupa çekme gibi yöntemlerin migren tedavisinde etkinliğini kanıtlayan bilimsel çalışma yoktur. Sizlere zararlı olabilecek bu tip uygulamalardan kaçınınız.

Migrene mahkum değilsiniz. Mutlaka bir nöroloji hekimine başvurarak tedavi olunuz.

Migren Aşısı-İğnesi
Migren Aşısı-İğnesi

Migren Aşısı – İğnesi Nihayet Türkiye’de Eczanelerde

Migren aşısı – iğnesi yurt dışında yaklaşık 3 yıldır başarı ile migren tedavisinde kullanılmaktaydı. Migren tedavisine özel olarak geliştirilen antikorlar nihayet ülkemize geldi. Migren aşısı – iğnesinin 2 yıldır ruhsat işlemleri devam etmekteydi ve geçen hafta sağlık bakanlığı tarafından onaylanan erenumab etken maddeli migren iğnesi 1 hafta önce eczanelerde satışa çıktı.

Migren Aşısı - İğnesi Artık Türkiye'de

Migren aşısı – iğnesi yurt dışında yaklaşık 3 yıldır başarı ile migren tedavisinde kullanılmaktaydı. Migren tedavisine özel bilgiler için video materyalimizi kullanabilirsiniz.

Ekim 21, 2020

Multipl Skleroz

Multipl skleroz (MS) genetik olarak yatkın bireylerde çevresel faktörlerin tetiklemesi ile ortaya çıkar. Beynin ve omuriliğin beyaz cevheri dediğimiz bölgede, sinir kılıflarına karşı vücudun bağışıklık sisteminin oluşturduğu yanıt tahribata neden olur. Bu tahribat sonucu beynin ve omuriliğin beyaz cevherindeki değişik bölgelerde plak adını verdiğimiz lezyonlar oluşur.

MS kadınlarda, erkeklere göre daha sık rastlanır; özellikle 20-40 yaşları arasında görülür. Belirtileri plakların beyin ve omurilikte rastlandığı bölgelere göre değişir. Güçsüzlük, uyuşukluk ve his kusurları, denge bozuklukları, görme bozuklukları ve konuşma bozuklukları gibi belirtilerle ortaya çıkar. Bu belirtilerin sadece biri veya bir kısmı birlikte görülebilir. Başlangıçta ortaya çıkan tahribat, beynin kendini tamir etmesi sonucu düzelebilirken, yıllar içerisinde artık tam düzelmeler olmayabilir. Bazı hastalarda erken dönemde de düzelme tam olmayabilir ve hastada bazı şikâyetler kalıcı hale gelebilir. MS hastalarının %85’inde klinik şikâyetler tam ya da kısmen düzelirken, geri kalanında sürekli bir kötüleşme hali ile seyredebilir.

MS tanısı hikâye, muayene ve beyin MR’ında MS plaklarının görülmesiyle konur. Belden sıvı alma (LP) MS hastalarında tanıya yardımcı en önemli testlerden biridir.

 

Günümüzde MS tedavisi, tıbbın en fazla gelişme görülen alanlarından biridir. Hastalığın seyrini değiştirici tedaviler günümüz için artık mümkün olabilmektedir. Tedavisi uzun sürer. Atak dönemlerinde değişen süreler ile kortizon tedavisi verilir.

Ekim 21, 2020

Demans (Bunama)

Öğrenme, bellek, uyum, dil fonksiyonları ve kişilik gibi zihinsel fonksiyonların bozulması ile ortaya çıkan; kişinin iş, aile ve sosyal yaşamını derinden etkileyen ilerleyici bir süreçtir.

Yaş ilerledikçe, özellikle 65 yaş üzerinde belli başlı zihinsel aktivitelerde kayıp başlar. Bunların ilki bellektir. Normal yaşlanma sürecinde, bellek kaybı sınırlı durumlar için geçerli iken, bunamada, bellek kaybı yıllar içerisinde kişinin yeni hiçbir şeyi hatırlamaması, öğrenememesi ile karakterize olur. Bu durum giderek ilerler ve kişi her gün yaptığı işleri, en yakınındaki insanların isimlerini bile hatırlayamaz duruma gelir. Süreç içerisinde, hasta yardımsız yaşamını sürdüremez. Yatağa ve bakıma muhtaç olur.

En sık görülen bunama nedeni Alzheimer hastalığıdır. 65 yaş üzeri insanların yaklaşık %2.6’sında Alzheimer gelişir. Bu oran, yaş ilerledikçe artar ve 85 yaş üzerinde %30’un üzerine çıkar.

Bunamanın farklı nedenleri vardır. En sık neden Alzheimer hastalığıdır. Bunun yanı sıra bazı vitamin eksiklikleri, endokrin hastalıklar ve diğer metabolik nedenler ile birlikte, başka bazı hastalık durumlarında da bunama görülebilir. Bu tablolar tedavi edildiğinde, bunama tedavi edilebilir veya gerileyebilir. Ancak Alzheimer hastalığı, Pick hastalığı, frontotemporal gibi beyin kaynaklı hastalıklarda bugün için ne yazık ki henüz tedavi imkanı yoktur.

Ekim 21, 2020

Vertigo – Baş Dönmesi

Vertigo, baş dönmesi, kişinin kendisinin ya da etrafının dönmesi hissidir. Bu durum bir illüzyondur. Yani gerçekte böyle bir durum olmadığı halde, kişi böyle algılar. Bazı durumlarda hastalarımız yerin ayaklarının altından kaydığını, beyninin sanki kaydığını, başında bir sersemlik hissi olduğunu, dalgalı bir denizdeymişçesine sallandığını veya deprem oluyormuş hissine kapıldıklarını belirtirler ve bunların hepsini baş dönmesi olarak da adlandırabilirler. Vertigo, hastalık değil bir belirtidir. Gerçekte altta başka hastalıklar yatar. Bu durum en sık, kulak içi yapıların, işitme ve denge siniri rahatsızlıklarının ve beyin, beyin sapı ve beyincik dediğimiz bölgelerin hastalıklarında karşımıza çıkar. Bunun yanı sıra kalp hastalıkları, enfeksiyonlar, yüksek tansiyon gibi çok çeşitli hastalıklarda da görülebilir. Bu edenle vertigo – baş dönmesi – olan hastada en önemli şey altta yatan nedeni bulmaktır.

Vertigoya neden olan hastalıklar içerisinde en sık rastlananı iyi huylu pozisyona bağlı vertigodur (Benign paroksismal pozisyonel vertigo – BPPV). Baş, boyun ani hareketleri ile ortaya çıkan genellikle saniyeler veya dakikalar süren, gün içinde defalarca tekrarlayan vertigo-başdönmesi ile karakterize olan bir hastalıktır. Kulak içerisinde bulunan denge kristallerinin yerinden kopması sonucu ortaya çıkar. Tamamen geçicidir. Sıklıkla travma, enfeksiyon sonrası olabildiği gibi hiç neden yokken de başlayabilir. Tedavisinde genellikle basit manevralar uygulanır ve 3-4 hafta içerisinde tablo düzelir.

 

Beyin, beyin sapı ve beyincik kaynaklı vertigo ise çok daha ciddi bir durumdur. Altta yatan hastalığın tanısı konup tedaviye bir an önce başlamak gerekir. Bu tip vertigo daha uzun süreli, bulantı, kusmanın daha çok eşlik ettiği, başka nörolojik bulgu ve belirtilerin de olduğu bir tablodur.

Ekim 18, 2020

Nöropatik Ağrı: Semptomlar, Tanı ve Tedavi

Ağrı bir uyaranın varlığında, bazen de bir uyaran olmaksızın, kişide hoşa gitmeyen duyusal ve duygusal deneyim olarak tanımlanabilir (1). Ağrı her ne kadar hoşa gitmeyen duygulanım olarak basit bir şekilde tanımlansa da, canlı için hayati bir öneme sahiptir. Ağrının tanımında bahsedilen uyaranın varlığında veya uyaran olmaksızın terimleri, vücudun herhangi bir yerinde normal işleyişin bozulduğunu ve normal dışı bir durumun varlığını ve böyle bir durumun ortaya çıkması içinde bir uyaranın gerekli olmadığını işaret eder. Ağrı vücut sağlığı için çok önemli olan normal dışı durumu haber verme görevini üstlenir. Durumu haber alan ve değerlendiren canlı, refleks ve uygun davranışlar geliştirerek ağrıya neden olan hastalığın iyileştirilmesine çalışır. Böylesine önemli bir işleve sahip ağrı değişik şekillerde (altta yatan neden, süre, özellik, mekanizma vb) sınıflandırılmıştır. Mekanizmalarına göre sınıflandırılan ağrı çeşitlerinden biri de nöropatik ağrıdır (1).
Merkezi veya periferik sinir sisteminden kaynaklanan bir hastalık veya normal işleyişin bozulması sonucu olarak ortaya çıkan ağrı nöropatik ağrı olarak tanımlanır (1). Nöropatik ağrının nedenleri çok çeşitli ve farklıdır (diyabetin periferik sinirleri tutması, zona, sinir yaralanması, iğne sonrası sinir yaralanmaları, beyin kanaması veya beyin damarlarının tıkanması sonrası ortaya çıkan felç ile birlikte vb.). Sinir sistemi hasarını takiben ortaya çıkan değişik mekanizmalar nöropatik ağrı belirti ve bulguları ile nöropatik ağrı sendromuna yol açar (Tablo 1) (3).

 

TABLO 1: Nöropatik ağrı semptomları ve klinik özellikleri (4 numaralı referanstan değiştirilerek alınmıştır)

Kalite
Sıklıkla yanıcı, bıçak saplanır tarzda, elektrik çarpar gibi; veya daha seyrek olarak künt, sızlayıcı, zonklayıcı, derin ağrı

Şiddet
Hafiften çok şiddetli ağrıya dek değişken şiddette

Ağrının paterni
Sürekli, uzun-kısa süreli, saplanıcı – şimşek çakar tarzda anlık veya saniyeler süren ağrı, keskin ağrı

Negatif sensoriyel semptomlar
Duyu kaybı ile giden; hipoestezi, hipoaljezi, uyuşma

Pozitif sensoriyel semptomlar

Spontan Ağrı;
Paresteziler, dizesteziler, iğnelenme, yanıcı ağrı, keskin ağrı, elektrik çarpar gibi ağrı
Uyarılmış Ağrı;
Allodini           Alt grupları: mekanik (statik, punktat, dinamik, basınç), termal (sıcak-soğuk)
Hiperaljezi      Alt grupları: mekanik (statik, punktat, dinamik, basınç), kimyasal, termal

Altta yatan hastalık ve neden ne olursa olsun nöropatik ağrı sendromu benzer klinik özellikleri paylaşır. Sinir sisteminin etkilenen bölümünden kaynaklanan nörolojik bulguların yanı sıra tabloya nöropatik ağrı semptomları eşlik eder. Ağrılar sürekli olabileceği gibi ataklar ve iyileşmeler halinde de olabilir. Bazen ağrılar günlerce sürerken bazen saniyeler, dakikalar sürer ve gün içinde defalarca tekrarlar. Gün içinde değişik zamanlarda ortaya çıkabilir. Özellikle diyabetik nöropatik ağrıda yanma şeklinde ki ağrılar geceleri artış gösterir. Sürekli olmayan ağrılar bazen çok kısa süreli bazen çok uzun süreli olarak ortaya çıkarlar. Aynı hastada farklı nöropatik ağrı semptomları (ör. Diabetes mellitusta kimi zaman yanma kimi zaman üşümeler, bazen iğnelenme bazen uyuşmalar gözlenir) olabileceği gibi farklı hastalıklarda benzer semptomlar görülebilir (ör. Guillain-Barre sendromunda ve Diabetes mellitusta yanma, iğnelenme gibi). Nöropatik ağrı sendromuna yol açan hastalığın değişik dönemlerinde farklı semptomlarla giden ağrılar görülebilir. Bazen bir ağrı tipi iyileşirken veya şiddeti azalırken farklı bir ağrı tipi ortaya çıkar. Nöropatik ağrı semptomları ve klinik özellikleri geniş bir yelpazede yer alır (Tablo 1) (4). Uyuşma gibi muayenede his kaybı ile ilişkili olan negatif belirtiler olabileceği gibi yanma, iğnelenme, elektrik çarpar gibi ağrı, parestezi (keçeleşme, karıncalanma) ve dizesteziler (ağrılı karıncalanma, iğnelenme), allodini (ağrılı olmayan bir uyaranın ağrıya neden olması; ör. Ayağa giyilen çorap, ayakkabı gibi giysilerin ayakta ağrıya neden olması) ve hiperaljezi (normalde ağrıya yol açan bir uyaranın olması gerekenden daha şiddetli ağrıya yol açması; ör. bir toplu iğne ucunun batışında çok fazla ağrı hissedilmesi) gibi pozitif semptomlarda olabilir. Nöropatik ağrı bir uyaranın varlığında ortaya çıkabildiği gibi, herhangi bir uyarı olmaksızın (kendiliğinden) ortaya çıkabilir. Yanma, elektrik çarpması şeklinde ağrı, saplanıcı ağrı, derin ağrı, karıncalanma-keçeleşme ve ağrılı iğnelenmeler kendiliğinden ortaya çıkar. Allodini (ağrılı olmayan bir uyaranın ağrıya neden olması; ör. Ayağa giyilen çorap, ayakkabı gibi giysilerin ayakta ağrıya neden olması), hiperaljezi (normalde ağrıya yol açan bir uyaranın olması gerekenden daha şiddetli ağrıya yol açması; ör. bir toplu iğne ucunun batışında çok fazla ağrı hissedilmesi) ve hiperpati ise uyaran varlığında ortaya çıkan nöropatik ağrı belirtileridir. Nöropatik ağrı belirtilerinden bir kaçı aynı hastada birlikte veya farklı zamanlarda görülebilir. Örneğin ayaklarda yanıcı ağrıları olan bir diabetik nöropatik ağrı hastasında elektrik çarpar tarzda veya saplanıcı ağrılar bir arada olabilir ya da yanıcı ağrılar iğnelenmeler ile birlikte görülebilir (3-11).

Nöropatik ağrı uyku ve duygu durum bozukluklarına yol açmaktadır. Özellikle geceleri olan veya artış gösteren yanma şeklindeki ağrılar uyku bozukluklarına yol açar. Hem ağrının kendi hem de yol açtığı uyku ve duygu durum bozuklukları ekonomik ve sosyal hayatta kayıplara yol açarak hastaların yaşam kalitelerini belirgin olarak etkilemektedir (8).

Ağrının yerleşimi ve yayılımında altta yatan neden son derece önemlidir. Etkilenen sinir sistemi bölgesinin genişliği (periferik veya merkezi) altta yatan nedene göre değişir. Nöropatik ağrı mononöropatilerde (tek sinir tutulumunda) en sınırlı, yaygın sinir tutulumunda (polinöropati) ise patolojinin şiddetine göre en geniş alanlarda hissedilir. Bu yaygın dağılım nedeni ile hastalarda ayrıntılı nörolojik muayene son derece önem kazanmaktadır. Özellikle duyu muayenesi nöropatik ağrıların tanımlanmasında önemlidir. Nöropatik ağrının iyi tanımlanması da yukarıda bahsedildiği gibi altta yatan nedene yönelmede ve etkin bir tedavi stratejisi izlemede hekime yardımcı olur.
Sonuç olarak nöropatik ağrı semptomlarının iyi tanımlanması ve klinik özelliklerinin detaylı olarak saptanması altta yatan mekanizmaları ve nedeni açıklayabilir. Böylece en iyi tedavi stratejisinin seçilmesine yardımcı olabilir.

NÖROPATİK AĞRI TANISI

Nöropatik ağrı tanısı tamamen hastadan alınan hikayeye ve klinik muayeneye dayanır. Ancak nöropatik ağrıya yol açan nedenin araştırılması ve tanının konması uzun araştırmalar gerektirebilir.

NÖROPATİK AĞRININ TEDAVİSİ

Nöropatik ağrının tedavisi belirtilere yönelik, yani şikayetleri gidermeye yönelik bir tedavidir. Eğer nöropatik ağrıya neden olan hastalık saptanabildi ise esas tedavi nedene yönelik olmalı, bunun yanı sıra altta yatan neden tedavi edilene dek nöropatik ağrı belirtilerinin tedavisi için nöropatik ağrı tedavisi uygulanmalıdır.


Günümüzde nöropatik ağrının tedavisi için bundan 20 sene öncesine göre çok daha etkin ve çeşitli sayıda ajanlar mevcuttur. Bugün için tedavide anti-depresanlar (duloksetin, amitriptilin), anti-epileptikler (pregabalin, gabapentin, karbamazepin), tramadol, opioidler ve opioid benzeri ajanlar değişik doz, süre ve kombinasyonlarda kullanılmaktadır.


Tedavide başarı değişkendir. Ancak ilk hedef ağrıyı en az %50 oranında azaltmak, hastanın dayanabileceği seviyelere indirmek olup mümkünse tamamen ortadan kaldırmaktır. Tedavi süresi hastaya, belirtilerin şiddetine ve altta yatan nedene bağlı olarak deişkenlik gösterir. Seçilecek ilaç, doz, kombinasyon ve tedavi süresi mutlaka hekim gözetiminde belirlenmelidir. Bu durumla genellikle nöroloji uzmanları ilgilenmekte olup en yakın sağlık kuruluşundaki nöroloji hekimlerine başvurulması uygun olacaktır.

REFERENSLAR

International Association fort he Study of Pain. IASP pain terminology. In: Merskey H, Bogduk N, eds. Classification of Chronic pain (2nd edition).Seattle:IASP Press,1994, 209-214.
Treede RD, Jensen TS, Campbell JN, Cruccu G, Dostrovsky JO, Griffin JW, et al. Neuropathic pain: redefinition and a grading system for clinical and research purposes. Neurology 2008;70 (18):1582-3.
Woolf CJ, Mannion RJ. Neuropathic pain:aetiology, symptoms, mechanisms and management. Lancet 1999;353:1959-1964.
Schafers M. Clinical charactersitcs of neuropathic pain In: Pain in Peripheral Nerve Diseases. Sommer C (ed). Basel, Karger, 2001, vol 13, 32-36.
Bennett GJ. Neuropathic pain. In: Textbook of Pain. Wall PD, Melzack R. (eds.). Edinburgh: Churchill Livingstone,1994;201-224.
Jensen TS, Gottrup H, Sindrup SH, Bach FW. The clinical picture of neuropathic pain. Eur J of Pharmacol 2001; 429 (1-3):1-11.
Hansson P. Neuropathic pain: clinical characteristics and diagnostic work-up. Eur J Pain 2002:6 Suppl A:47-50.
Galer BS, Gianas A, Jensen MP: Painful diabetic neuropathy:epidemiology, pain description, and quality of life. Diabetes Res Clin Prac 2000;47:123-128.
Bebek N, Ertaş M. Nöropatik ağrı. Ağrı 2007; 19:3, 5-10.
Dworkin RH, Backonja M, Rowbotham MC, Allen RR, Argpff CR ve ark. Advances in neuropathic pain: diagnosis, mechanisms and treatment recommendations. Arch Neurol 2003;60:1524-34.
Melek İM, Serarslan Y, Duman T. Nöropatik ağrı mekanizmaları. Osmangazi Tıp Dergisi 2005;27 (2):97-105.

Dr. Necdet Karlı
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji AB

Ekim 18, 2020

Migren: Semptomlar, Tanı ve Tedavi

Migrenin en belirgin klinik özelliği şiddetli başağrısıdır. Ancak migren klinik tablo olarak sadece başağrısından oluşmaz. Hastaya göre değişmekle birlikte, başağrısı öncesi ve sonrası dönem bazen başağrısından daha uzun sürebilir. Başağrısı öncesinde ve sonrasında ortaya çıkan belirtilerin hem hekim hem de hasta tarafından yeterince değerlendirilmemesi ya da, başağrısının migrenin en belirgin ve de hastayı en fazla etkileyen klinik tablo olması nedeni ile migren dendiği zaman genellikle sadece başağrısı akla gelir. Gerçekte ise migrende başağrısı öncesinde ve sonrasında bir çok sistemi ilgilendiren çok değişik belirti ve bulgular mevcuttur. Bu nedenle migrenin klinik özellikleri dendiği zaman başağrısı ile birlikte bu dönemler de görülen klinik tablolardan bahsetmek gerekir.
Bir migren atağının değişik hastalarda değişik sürelerde olmak üzere toplam dört dönemi vardır; premonitör (prodrom-baş ağrısı öncesi dönem), aura, başağrısı ve postdrom (başağrısı sonrası dönem). Bu dönemler başağrısı ile olan zamansal ilişkilerine göre adlandırılırlar. Dönemlerin süreleri aynı hastada ataktan atağa farklılıklar gösterir. Her migren atağında her dönemin varolması gerekmediği gibi, aynı hastada farklı ataklarda farklı kombinasyonlar görülebilir.

Premonitör dönem (başağrısı öncesi dönem)

Bu dönem başağrısının öncül habercilerinin ortaya çıktığı dönemdir. Saatler veya günler sürebilir. Bu dönem başağrısının başlangıcından birkaç saatten 48 saat öncesine dek uzayabilir. Aynı hastanın her migren atağında var olması şart olmadığı gibi, süresi ve görülen öncül belirtilerin sayı, çeşit ve süresi ataktan atağa değişir. Hastalar bu konuda hekimler tarafından uyarılmaz ise öncül belirtileri başağrısı ile ilişkilendirmeyebilirler. Ortaya çıkış mekanizmaları tam olarak bilinmez. Premonitör dönemde görülen öncül belirtiler migren hastalarının yaklaşık %60’ına yakınında görülürler. Elektronik bir günlük tutulduğunda premonitör dönemdeki öncül belirtiler başağrısını %72 oranında öngörebilmektedir.
Premonitör dönemde görülen öncül belirtiler üç ana gruba ayrılır; nörolojik, psikojenik ve genel. Işık ve sesten rahatsızlık (Foto-fonofobi), konsantrasyon güçlüğü (nörolojik), depresif belirtiler, öfori, huzursuzluk (psikolojik), diyare, kabızlık, sık idrara çıkma (genel) gibi çok çeşitli olabilen bu belirtilerden en sık görülenleri yorgunluk/bitkinlik hissi (%72), konsantrasyon güçlüğü (%51) ve ense sertliğidir (%50). Öncül belirtiler auralı ve aurasız migrende benzer sıklıkta görülürler.
Migren atağı sırasında görülebilen premonitör semptomlar iki şekilde ortaya çıkabilir; ilerleyici ve ilerleyici olmayan. İlerleyici olan tipte öncül belirtiler başağrısından altı saat kadar önce başlar ve şiddeti giderek artarak başağrısının başlangıç zamanında doruğa ulaşır. İlerleyici olmayan tipte ise başağrısından 48 saat öncesine dek uzayabilir ve artış göstermez.

Aura

Aura başağrısından 1 saat önce başlayan, genellikle başağrısı başlamadan önce sonlanmakla birlikte, bazen başağrısı başladıktan sonra da bir süre devam edebilen nörolojik belirtilerdir. Aura belirtileri değişik sistemlerden kaynaklanabilir; görsel, duysal, motor, lisan, delüzyonlar ve bilinç değişiklikleri. Auralar genellikle 5-20 dakika arası sürmektedir. Ancak bir saate kadar uzayabilir. Başağrısının aurayı takiben bir saat içinde başlaması beklenir. Bazen daha geç başlayabildiği veya aurayı takiben bir başağrısının hiç oluşmadığı da olur. Eğer başağrısı oluşmaz ise buna başağrısız tipik aura denir. Migrende aura gelişen olgularda %80 oranında başağrısı aurayı takip etmektedir. Bir migren atağında aura semptomlarının bulunması auralı migren tanısını koydurur.
En sık görülen auralar görsel auralardır. Basit ışık çakmaları, görme alanında kara alanlar, ışık şeritleri, bulanık görme, zikzak çizgiler görme, cisimlerin şekil değiştirmesi (metamorfopsi) şeklinde olabilir. Başağrısı sırasında sıklıkla parlak ışıklar ve şeritler görülür.
Duysal auralar görsel auralardan sonra en sık görülen auralardır. Genellikle görsel auralara eşlik eder veya görsel aurayı takiben ortaya çıkar. Sıklıkla karıncalanmalar şeklindedir. Takiben uyuşma, hissizlik gibi negatif duysal auralar tabloya eşlik edebilir. Elden başlayarak kola, oradan yüze yayılır. Yüzde dudakları ve dili etkiler. İki taraflı olabilir. Tek taraftan başlayarak karşı tarafa yayılabilir veya iki tarafta aynı anda başlayabilir.
Motor auralar (%18), lisan bozuklukları ile olan auralar (%17-20) daha seyrek görülürler ve özellikle motor auralar sıklıkla duysal auralar ile birliktedir.
Auralar hekim tarafından mutlaka sorgulanmalıdır. Auralı migren küçük beyin damarlarında tkanma riskini arttırmaktadır. Bu nedenle aura varlığının öğrenilmesi riski arttıran faktörlerden korunmayı ve önleyici tedavi başlamayı gerektirebilir.

Başağrısı

Başağrısı migren atağının en belirgin, hastayı en fazla rahatsız eden ve iş göremez hale gelmesine neden olan dönemidir. Migrende görülen tipik başağrısı değişik tetik faktörler tarafından başlatılabildiği gibi, genellikle kendiliğinden ortaya çıkan tek taraflı, zonklayıcı, orta-ağır şiddette ve eşlik eden belirti ve bulguların bulunduğu bir başağrısıdır. Ağrı fizik aktivite ile başlayabilir ya da kötüleşebilir.
Ağrı genellikle 4–72 saat sürer (çocuklarda 1- 72 saat). Hastaların çoğu ağrı ataklarını yaklaşık 24 saat olarak tanımlarlar. Ağrı tipik olarak tek taraflı olsa da, hastaların bir bölümünde iki taraflıdır. Bazen bir taraftan başlayan ağrı diğer tarafa geçer. Bu hastalarda ağrı başladığı tarafta daha yoğun hissedilebilir. Hastalar sıklıkla ağrıyı en yoğun olarak göz çevresinde hissettiklerini bildirirler. Boyun ve omuza doğru yayılabilir. Ağrının bulunduğu bölgede (göz çevresi, saçlı deri) aşırı hassasiyet gelişebilir. Bu bölgeye dokunulduğunda aşırı hassasiyet ve ağrı hissedilir. Orta veya ağır şiddettedir. Genellikle hafif başlar, 2–4 saat içinde en şiddetli haline ulaşır. Şiddetli olarak da başlayabilir. Hastalar iş göremez hale gelebilir, karanlık ve sessiz bir odada dinlenme ve uyuma ihtiyacı hissederler. Dinlenmek zorunda kalmayanlarda ise iş verimi ve işe yoğunlaşma azalır. Ağrı sıklıkla zonklayıcıdır. Zonklayıcı ağrı “Kalbimin kafamda attığını hissediyorum” diye nitelenir. Ağrı daha az olarak bant şeklinde, sıkıştırıcı veya mengene tarzında da hissedilebilir.

Eşlik eden belirtiler

Migren atağının başağrısı döneminde bazı tipik belirti ve bulgular ağrıya eşlik eder. Bu belirtiler ağrının hastada yaratmış olduğu özürlülüğe ve yaşam kalitesindeki kötüleşmeye katkıda bulunurlar. Migren atağındaki başağrısı sırasında bu belirtilerden bazılarının tanı için bulunması gerekir. Başağrı öncesi dönem bulgularından bazıları başağrısına eşlik edebilir. Başağrısına en sık eşlik eden belirtiler mide bağırsak sistemi belirtileridir. Bulantı en sık görülen mide bağırsak sistemi belirtisidir (%92). Kusma ise hastaların yaklaşık üçte birinde görülür. Hastaların büyük bir bölümü ağrı sırasında sessiz ve karanlık bir yerde dinlenmek, uyumak isterler. Bunun nedeni ışık ve sese karşı artmış hassasiyet, yani fotofobi (ışığa karşı artmış hassasiyet) ve fonofobidir (sese karşı artmış hassasiyet). Türkiye çapında üniversite hastanelerinde yapılmış bir çalışma auralı migrenlilerin %90’ının fonofobiden, %84’ünün fotofobiden, aurasız migrenlilerin ise %81’inin fotofobiden, %80’inin fonofobiden şikayet ettiğini göstermiştir. Aynı çalışmada migrenli hastalar değişen oranlarda olmak üzere (%39 – 75) yorgunluk, halsizlik, enerji yoksunluğu, konsantrasyon kaybı, kokudan rahatsız olma (ozmofobi), sersemlik hissi, iştahsızlık, bulanık görme ve uçuşan noktalardan şikayet etmişlerdir. Migrende ağrı şiddeti arttıkça eşlik eden semptomlarda artmaktadır. Başağrısının şiddeti arttıkça bulantı, foto- ve fonofobi, ozmofobi ve egzersizle kötüleşme oranı artmaktadır. Başağrısına eşlik eden semptomların varlığında migren tanısını koymak daha kolay hale gelmektedir.Sık olarak görülen bu belirtilerin yanı sıra daha seyrek olarak göz çevresi ve saçlı deride hassasiyet, ense ve boyun kaslarında spazm ve sertlik, bazı yiyeceklere aşerme, el ve ayaklarda ödem, sık idrara çıkma ve terleme gibi belirtilerde başağrısına eşlik edebilir.

Başağrısı sonrası dönem (Postdrome dönem)

Bu dönem başağrısının tamamen kaybolduğu kesildiği dönemdir. Ağrıyı takiben hasta yorgun, tükenmiş, huzursuz, kolayca sinirlenebilen bir durumda olabilir. Sıklıkla konsantrasyon güçlüğü çekerler, değişik ruh halleri içinde bulunabilirler. Bazı hastalar bu dönemde kendilerinde bir yenilenmişlik hissi hissedebilir, aşırı mutluluk ve neşe hali veya depresif olabilir. Sık idrara çıkma bu dönemde de görülebilir.

Tanı Kriterleri

Uluslar arası başağrısı topluluğu ilk kez 1988 yılında başağrılarının sınıflamasını ve tanı kriterlerini yayınladı. Daha sonra 2004 yılında bu sınıflama gözden geçirilerek yeniden yayınlandı. Bu tanı kriterleri her ne kadar araştırmalarda standart bir metodoloji, tanımlama ve sınıflama amacı ile getirilmiş olsa da, giderek klinik kullanımda da yaygınlaşmaktadır. Bu tanı kriterleri yetişkinler için olup çocuklar için migren başağrısının süresi 1-72 saat olarak kabul edilmektedir. Ayrıca geç ergenlik çağına kadar migren başağrısı başın her iki tarafında olup sıklıkla alın ve şakak bölgesinde yerleşimlidir.

Aurasız Migren

Tanı kriterlerinde hem migren başağrısının özelliklerine hem de eşlik eden belirtiler yer alır. Ancak tüm bunlardan daha önemli olan migren başağrılarının başka bir neden bağlı olmamasıdır. Her türlü beyin içi hastalık migren başağrılarını taklit edebilir. Bu nedenle bu tip olası hatalıklar anamnez, muayene ve gerekirsede görüntüleme yöntemleri ile dışlanmalıdır. Uluslararası başağrısı topluluğunun aurasız migren tanısı için kriterlere uygun en az 5 atak getirmesi diğer hastalıkları dışlama amacını taşımaktadır. Yetişkinlerde migren süresi 4-72 saattir. Başağrısı özelliklerinden (tek taraflı olması, zonklayıcı olması, orta ve ağır şiddette olması ve rutin fizik aktivite ile kötüleşmesi) en az ikisinin, eşlik eden belirtilerden de (bulantı ve/veya kusma, fotofobi ve fonofobi) en az birinin bulunması gerekmektedir.

Auralı Migren

Aura geri dönüşümlü nörolojik belirtiler olarak tanımlanır. Migren başağrısı öncesinde aura varlığı çok tipiktir. Bu nedenle bu hastalarda 2 atak tanı için yeterli görülmüştür. Migren aurası bir veya daha fazla sistemi veya belirtiyi ilgilendirir. Bir belirtinin aura sayılabilmesi için o belirtinin 4 dakikadan uzun, 60 dakikadan kısa sürmesi ve tamamen geri dönüşümlü olması gerekmektedir. Ayrıca auranın sonlanması ile başağrısının başlaması arasında geçen süre 60 dakikadan kısa sürmelidir. Auralı migren tanı kriterlerinde aura özellikleri de yer alır. Burada önemli bir nokta, motor güçsüzlüğün bir aura belirtisi olarak dışlanmasıdır. Motor güçsüzlük hemiplejik migrenin bir özelliğidir. Auralı migren tanı kriterlerinde yer alan başağrısının süresi, özellikleri ve eşlik eden belirtileri aurasız migren ile benzerdir.

REFERENSLAR

Blau J.N. Migraine prodromes separated from the aura: complete migraine. BMJ 1980;281:658-660.
Isler H. Frequency and time course of premonitory phenomena. In: The Prelude to the Migraine Attack 44-53. W.K. Amery and A. Wauquier, eds. Bailliere Tindall, London, 1986.
Silberstein S.D., Lipton R.B. and Goadsby PJ. Klinik uygulamada başağrısı. Migren: Tanı ve tedavi 69-112. Çev. Edi.: Ertaş M., Akman-Demir G. Yelkovan Yayıncılık, İstanbul, 2004.
Giffin NJ, Ruggiero L, Lipton RB, Silberstein SD, Tvedskov JF, Olesen J, Altman J, Goadsby PJ, Macrae A. Premonitory symptoms in migraine: an electronic diary study. Neurology 2003;25;60(6):935-40.
N Karli, M Zarifoglu, N Calisir & S Akgoz. Comparison of pre-headache phases and trigger factors of migraine and episodic tension-type headache: do they share similar clinical pathophysiology? Cephalalgia 2005;24
Silberstein S.D., Lipton R.B., Dalessio D.J. eds. Migraine: Diagnosis and Treatment in Wolff’s Headache and Other Head Pain, 7th ed. 121-237. Oxford University Press, NY, 2001.
Manzoni G, Farina S, Lanfranchi M, Solari A. Classical migraine-clinical findings in 164 patients. Eur Neurol 1985;24:163-9.
Headache Classification Committee of the International Headache Society. The International Classification of Headache Disorders, 2nd edn. Cephalalgia 2004; 24 (Suppl. 1):1–159.
Olesen, J. Some clinical features of the acute migraine attack. An analysis of 750 patients. Headache 1978;268-271.
Zarifoğlu M, Karlı N, İdiman F, Ertaş M, Siva A, Bıçakçı Ş, Özmenoğlu M, Uzuner N ve ark. Quality of life of headache sufferers in Turkey: a university hospital based study, part I. 12th congress of the International headache society/IHC 9-12 October 2005 Kyoto, Japan.
Celentano D.D., Stewart W.F, Linet M.S. The relationship of headache symptoms with severity and duration of attacks. J Clin Epidemiol 1990;43:983-994.

Dr. Necdet Karlı
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji AB